Gazze Şeridi’ni kontrol eden Hamas’ın İsrail’e karşı başlattığı, İslami Cihad ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin (FHKC) de iştirak ettiği Aksa Tufanı Operasyonu güç dengesini ve oyunun kurallarını değiştirirken Araplar ile Yahudi devleti arasındaki normalleşme süreçlerini ‘öldürme’ ya da en azından ‘dondurma’ potansiyeli taşıyor.
Abraham Anlaşmalarıyla ağa takılan iktidarları ‘ince ayar’ tepkiler vermeye zorlayan gelişmeler, İsrail’le ilişkileri normalleştirmeyi düşünen aktörler üzerinde göz ardı edemeyecekleri kamuoyu baskısı oluşturuyor.
Filistin davasının temellerinden söküldüğü ve İsrail’in yenilmezliğini kabul ettirdiği bir üstünlük algısı üzerinden birkaç yıldır normalleşme treni yol alıyordu.
Abraham Anlaşmalarına Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Sudan ve Fas’ın dahil olması İsrail’i çemberi genişletme konusunda epeyce umutlandırdı.
Büyük hedef ekonomik gücü ve İslam dünyasındaki ağırlığı nedeniyle Suudi Arabistan’dı. Normalleşmede asıl büyük mesele artık Suudi Arabistan.
Kuşkusuz Hadim’ül Haremeyn (Mekke ve Medine’nin hizmetkârı) sıfatını taşıyan bir ülkenin İsrail’le el sıkışması ötekilerle kıyaslanamaz. Bu İsrail açısından kartopu etkisi yapacak kapılar açabilir.
Ülkenin fiili yöneticisi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın geçen ay BM Genel Kurulu sırasında Fox TV’ye verdiği mülakatta, normalleşme anlaşmasına her geçen gün daha da yaklaştıklarını söylemesi heyecan yaratmıştı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da kuruldaki konuşmasında Riyad’la tarihi anlaşmanın eşiğinde olduklarını vurgulamıştı.
Halbuki Riyad’ın kamuoyuna yansıyan tavrında normalleşme, Doğu Kudüs’ün başkent olacağı bir Filistin devletinin kurulması ve Filistinlilerin haklarının iade edilmesi koşuluna bağlanıyordu.
Bir Suudi girişimi olarak Arap Birliği, 2002’de 1967 sınırlarında iki devletli çözüme gidilmesi halinde tüm Arapların İsrail’i tanımasını öngörün Arap Barış İnisiyatifi’ni onaylamıştı. Abraham Anlaşmalarına katılanlar Filistinlilere taahhütlerinden dönmüş oldu.
Kimi uzmanlara göre İsrail, Abraham Anlaşmaları ile Filistinlilere devlet değil Filistin davasının tabutuna son çiviyi çakmayı umuyor.
İsrail, 1980’de Kudüs’ü bölünmez şekilde Yahudi devletinin başkenti ilan ederken Abraham Anlaşmalarının mimarı ABD de 2017’de bu kararı tanıyıp elçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyarak iki devletli çözüme bağlılığını fiilen bitirdi.
Oslo Barış Anlaşması zaten Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te işgali daha da genişletecek şekilde pratik bulmuştu. Bu süreç ayrıca hiçbir hedefe ulaşmadan El Fetih’in tekelindeki Filistin Yönetimi’nin altını oymuştu.
İsrail’de hem laik hem dinci partiler Filistinlilerle olası barışa Doğu Kudüs, Batı Şeria’daki yerleşimler, Ürdün Vadisi ve Filistinli mültecileri asla dahil etmeyi düşünmüyor. Ana aktörlerden hiçbiri iki devletli çözüm fikrini benimsemiyor.
Haliyle Riyad’ın Filistin devletinin kurulması hedefini gözeterek İsrail’e yanaşması kamuoyunu atılacak adımlara hazırlama taktiği olarak görülüyor.
Olası bir senaryo olarak İsrail’in rahat kaçabileceği bazı taahhütlerle Filistinliler lehine bir görüntü vererek Riyad’ın işini kolaylaştırabileceği öngörülüyor.
İsrailliler Filistinliler tarafında geçerli parametreler yerine ‘ekonomik barış’ fikrini sihirli bir çıkış olarak pişiriyor. Abraham Anlaşmalarının temel dinamiği de ekonomik teşvikler.
Suudi Arabistan bir yandan İsrailli bakanları ağırlayarak kendi bariyerini yıkarken diğer taraftan ilk kez Filistin’e elçi atadı. İsrailli bakanları ağırlaması Filistinliler için ‘ihanet’, elçi ataması da bağlılığı temsil ediyor.
İki ülke arasında normalleşme görüşmeleri sürerken İsrail’den heyetler Suudi Arabistan’a giderek bir ilke imza attı.
Turizm Bakanı Haim Katz 27-28 Eylül’de Riyad’da BM çatısı altındaki bir toplantıya katıldı. Ardından İletişim Bakanı Şlomo Karhi ve Knesset Ekonomi Komitesi Başkanı David Bitan’ın başkanlığında 14 kişilik bir heyet 4 Ekim’de BM’nin Dünya Posta Birliği toplantısı için Riyad’daydı.
Beri tarafta Suudi Arabistan ilk kez Filistin’e yerleşik olmayan bir büyükelçi atadı. Büyükelçi Nayif Bender el Sudeyri Ramallah kentinde Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a güven mektubunu sundu.
Bu aynı zamanda Suudi Arabistan’ın Filistin yönetimine ilk resmi ziyaretiydi. Suudilerin Filistin dosyasındaki sıkıntısı destekledikleri El Fetih’in güçten düşmesi, buna karşı İran’ın desteğiyle Hamas ve İslami Cihad’ın inisiyatif alması.
Riyad’ın Müslüman Kardeşlere karşı hasmane tutumu da bu hareketin Filistin uzantısı sayılan Hamas’a karşı mesafeyi büyütüyor. Riyad-Ramallah arasındaki bu köprü iki amaca taalluk ediyor: Biri Hamas’ın rakibi El Fetih’in pozisyonunu güçlendirilmesi, diğeri Riyad’dan Kudüs’e giden diplomatik yolun açılması. Her ikisi de Gazze’deki hakim güçler için alarm nedeni.
Tabii tartışmalar Filistin meselesinin gölgesinde dönüyor ama ABD’nin Riyad’ı İsrail limanına çekmeye çalışırken Cemal Kaşıkçı cinayeti, İran’la nükleer anlaşmaya dönme kararı, Körfez’i Çin ile Rusya’dan uzaklaştırma girişimleri ve petrol üretimini artırma baskısının yol açtığı soğuklukları gidermesi gerekiyor.
Biden yönetimi, Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı paryalaştıran tutumundan çark edip güven artırıcı bazı adımlar atsa da Suud-İsrail normalleşmesini çevreleyen dosyaların üstesinden henüz gelebilmiş değil.
Ayrıca Suud-Amerikan ortaklığına kara kedinin girdiği aralıkta bazı şeyler değişti. İsrail’le Arap normalleşmesinde katalizör etken olarak İran’dan gelen tehditler öne çıkıyordu. Çin’in arabuluculuğunda Suudilerin İranlılarla el sıkışması ve ilişkileri normalleştirmesi Abraham Anlaşmalarının cazibesini zayıflattı.
Benzer şekilde BAE ve Kuveyt’le ilişkileri yeniden elçilik düzeyine yükselten İran, İsrail’le barışmış olan Ürdün ve Mısır’la da yeni sayfa açmanın eşiğine geldi.
ABD bir süreden beri Riyad’a kur yapsa da Suudiler ilişkilerini Çin, Rusya ve Hindistan gibi ülkelerle zenginleştirme eğiliminden vazgeçmiyor. Ülkenin yeni yılda BRICS’e dahil olması da bir başka açıdan bunun teyidi.
Riyad İsrail’le normalleşme için ABD’den gelişmiş silahlar ve nükleer teknoloji alımının yanı sıra NATO benzeri güvenlik taahhütlerini içeren güçlü bir ortaklık anlaşması arıyor.
İsrail-Amerikan ikilisi istenileni verme konusunda mutabık değil. Filistin bütün bu pazarlıklarda bir sos gibi sırıtıyor. Konuşulan dosyalarda ilerleme sağlanırsa İsrail’le normalleşmeyi kendi kamuoylarında hazmettirecek bir çerçeve de bulabilirler.
Gazze’den fırlayan tufana kadar Suudi yorumcular, Mescid-i Aksa odaklı gerilimlerden hareketle Filistinlilerle makul ve adil bir anlaşmaya varmadan İsrail’le normalleşmenin zor olacağını düşünüyordu. Aksa Tufanı normalleşme trenine ilave çekinceler bindirdi.
Suudi Dışişleri son tırmanışla ilgili resmi tutumunu şu cümlelere sığdırdı. “Silahsız sivillerin hedef alınmasını reddediyoruz. Tüm tarafları uluslararası insani hukuka saygıya davet ediyoruz.”
İsrail ile Filistinlileri eşitleyen bir yaklaşımla Riyad iki tarafta da gözetmek durumunda kaldığı çıkarları olduğunu hissettiriyor.
Sonuç olarak Aksa Tufanı, normalleşme teklifini cazip kılan bölgesel koşullar değişirken Suudi Arabistan’ı gemiye alarak Abraham Anlaşmaları’na yeniden diriltme çabalarına denk geldi. Filistinlilerin roketleri bu sürece de değiyor.
Filistinliler bununla Gazze, Doğu Kudüs ve Batı Şeria’daki mevcut politikalar nedeniyle İsrail’e bir sınır çekmeyi hedeflerken normalleşme sürecine giren Araplara da “Filistin davasını kafanıza göre kapatamazsınız, biz buradayız” demiş oluyor. Hamas şimdilik İsrail’in kapıldığı iyimser atmosfere kükürt bastı; Suudilerin İsrail’le etkileşimine çomak soktu; Filistin yönetiminin pozisyonunu güçlendirmeye yönelik Suud girişimini etkisiz kıldı.
Aksa Tufanı’nın siyasal etkisi ne kadar sürer? Pek çok şey çatışmaların süresi, genişleyip genişlemeyeceği ve yıkımın boyutlarına bağlı. Her halükârda bu koşullarda normalleşme bir süreliğine buzdolabına kaldırılabilir. ‘Direniş ekseni’ndeki yorumcuların okuduğu gibi Abraham Anlaşmalarının öldüğü yönündeki çıkarımlar için belki beklemek gerekebilir. Sonuçta siyasi süreçlere dur-kalk komutu veren yıkım ilk kez yaşanmıyor.